Cahiliye kavramının anlamları içinde olan bilgisizlik dünyaya ait bir bilgisizlik olmayıp, Allah-u Teâlâ’ya kulluğun nasıl yapılacağını bilmeyen, unutan bir toplum kast edilmektedir. Bundan dolayı Kuran ilk indiği toplumu "cahiliye" olarak tavsif eder. Çünkü Allah-u Teâlâ’ya nasıl kulluk edileceğini unutan Mekke'de yaşayan müşrik olarak adlandırılan bu insanlar put, mekân, zaman ve şahısları "kutsallaştırmaya'' başladılar. Ayrıca kutsallaştırdıkları nesneler üzerinden de iktisadi gelir elde ediyorlardı. Vahyin nüzulüyle kutsallık ve kutsal mekân yetkisi insandan alındı. (Naziat/16) Mekke toplumunda putların şefaat edeceği inancı da reddedildi. Şefaat yetkisinin sadece Allah’a ait olduğu vurgulandı. (Zümer/44)
Çünkü bu alan insana bırakıldığında istismar ve ranta dönüştürme tehlikesi vardı. Aynı durum gayb konusu için de geçerlidir. Kuran öncesi dönemde bazı din adamlarının, şairlerin, kâhinlerin gaybten bilgi aldıkları inancı vardı. Kuran gaybı bilmenin sadece Allah’a ait olduğunu anlatarak bu alanı insanlara kapattı. (En'am/59) Kuran inşa ettiği din ve dindarlığa yeni bir form kazandırarak tamamen insan ile Allah arasındaki ilişkinin güven üzerinde olmasını temin etti. Dindarlığın kriteri görüntü değil görünmeyen "takva" yani Allah' a karşı duyarlılık olarak belirlendi. (Hucurat/13) Kimin daha çok takvalı olduğunu bilmek sadece Allah'a aittir. (Necm/32)
Müşriklerde ise esas olan yapılanın toplum tarafından görünmesidir. (Maun/6) Çünkü müşrik görünmeyi sever hatta bunun için yaşar. Dindarlığın görünmeyen/deruni ahlaki boyutu bir de görünen şekilsel boyutu vardır. Bir insanın inançlı veya inançsız olup olmadığının tespiti kişinin beyanı ve Allah’a aittir. İnancın içsel boyutu azaldığında şekil ve görsellik öne çıkar. Şekilsel ve görsel bir dindarlıkta insanların fiillerinde değişim ve dönüşüm meydana getiremez. Burada yapılacak şey vahyin yaptığı gibi görselliğin içini takva, haşyet, ihlâsla doldurmaktır. Dini faaliyetler her zaman ''Allah rızası" için yapılmayabilir. Bazen şekilden ibaret bir dindarlığın icrasında insanlar statü, kendini koruma, (münafıkların yaptığı gibi) iktisadi gelir elde etmek için ibadet yapabilirler.
Vahyin nazil olduğu Hicaz coğrafyasında namaz, oruç, hac ve zekât ibadetleri eksik ve yanlışta olsa da biliniyordu. Çünkü bu ibadetler ilk defa Hz. Peygamber'in risaletiyle başlamadı. Mesela Hz. Zekeriyya'nın namaz kıldığı "Zekeriyya mihrapta ibadet ederken melekler ona seslendiler ... " şeklinde ifade edilir. Hz. İbrahim'in yanı sıra Hz. Lut, Hz. İshak ve Hz. Yakub'a namaz emrinin vahyedildiği, Hz. İsmail'in halkına, ailesine namazı emrettiği, Hz. Lokman'ın oğluna namazı hakkıyla kılmasını öğütlediği, Hz. İbrahim'in namazı yalnız Allah rızası için kıldığını söylediği, kendisini ve neslini namazı dosdoğru kılan kılanlardan eylemesi için dua ettiği, Hz. Musa'ya Allah' ı anmak üzere namaz kılmasının emredildiği ifade edilmektedir. Allah'ın İsrail oğullarından yerine getirme sözü aldığı görevler arasında namazın da yer aldığı görülmektedir.
Namaz "biçimsellikten" çıkarılarak "derinliği" ile kılınır hale getirdi. Şekilden ibaret ölü hale gelen oruç, kurban, hac ibadetleri de özle buluşturuldu. Kuran'ın dindarlığa getirdiği esas fonksiyon sahih bilgiye dayandırmasıdır. Çünkü sahih bilgiye dayanmayan din ve dindarlık nitelikli olmaz. Hem de dinin doğru anlaşılmasında yanlış kanaatler oluşturur. Az da olsa yanlış İcra edilen dindarlık görüntülerinde "din buysa!" diyerek dine karşı mesafeli durulmasına sebep olur.
*Bu yazı RAĞBET YAYINLARINDAN çıkan Cahiliye Üzerine Tetkikler adlı kitaptan Iğdır Üniversitesi, ilahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Doç. Dr. Zeki Tan’ın ŞEKİL MANA BAGLAMINDA MÜŞRİK DİNDARLIĞI adlı makalesinden alıntılanmıştır.