NEŞİDE ŞAHİN
Her şeyin bir bedeli var. Ancak bazı bedeller, öyle bir anda gelir ki ödemeye hazır değilsinizdir. Şu anda dünya, işte tam da böyle bir gerçekle yüzleşiyor: susuzluk.
Bir bardak su... Bugün pek çoğumuz için ulaşılması kolay, sıradan bir ihtiyaç. Fakat o bir bardak su, artık bazı coğrafyalar için bir lüks haline geldi. Susuzluk, sadece kurak bölgeleri etkileyen geçici bir kriz değil; bu çağın en büyük ve en tehlikeli çevresel felaketlerinden biri olma yolunda hızla ilerliyor.
Dünyada her yıl ortalama 1,1 milyar insan temiz içme suyuna ulaşamıyor. Bu sayı, yıldan yıla artıyor. Kuruyan göller, buharlaşan nehirler, çekilen barajlar sadece çevresel birer problem değil; aynı zamanda sosyal, ekonomik ve siyasi krizlerin de habercisi. Türkiye özelinde konuşacak olursak, su zengini bir ülke olmadığımızı uzun zamandır biliyoruz. Kişi başına düşen yıllık su miktarı 1.000 metreküpün altına düşerse, bu durum "su fakirliği" olarak tanımlanıyor. Türkiye şu an bu eşiğe oldukça yakın, bazı bölgelerde ise bu sınır çoktan aşıldı. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde zaman zaman yaşanan su kesintileri, baraj doluluk oranlarının düşüklüğü artık birer uyarı değil; susuzluk gerçeğinin kendisi.
Sorunun en temel kaynaklarından biri su israfı. Bir musluğu açık bırakarak diş fırçalamak, gereksiz yere araba yıkamak, damlayan musluğu önemsememek... Küçük gibi görünen bu davranışlar, milyonlarca kişi tarafından tekrarlandığında devasa bir probleme dönüşüyor. Sanayi ve tarımda kullanılan su miktarı da dikkat çekici. Türkiye'de suyun yaklaşık %75’i tarımda kullanılıyor. Ancak kullanılan yöntemlerin büyük kısmı hâlâ ilkel ve israfı tetikliyor. Modern sulama tekniklerine geçmekte yavaş davranıyoruz. Sanayide ise atık suların yeterince arıtılmadan doğaya salınması, su kaynaklarını kirletiyor ve kullanılabilir su miktarını azaltıyor.
İklim değişikliği, su krizinin baş aktörlerinden biri. Artan sıcaklıklar, mevsimlerin kayması, yağış rejimlerinin değişmesi... Tüm bunlar su kaynaklarını olumsuz etkiliyor. Eskiden 6 ay boyunca dolan bir baraj, şimdi 12 ayda bile tam kapasiteye ulaşamıyor. Kar yağışlarının azalması, yer altı su kaynaklarını da tehdit ediyor.
Belki şu an musluğu açtığınızda su akıyor. Ama çocuklarınız için bu garantili değil. 20-30 yıl sonra, birçok bölgede su savaşlarının çıkacağı öngörülüyor. Şimdiden bazı Afrika ülkelerinde su yüzünden çatışmalar yaşanıyor. Su, gelecekte altından daha değerli bir kaynak olacak. Peki, biz bu gerçeğe hazır mıyız?
Evet, çözüm var. Ancak bu, bireylerin, devletlerin, kurumların ve tüm insanlığın birlikte hareket etmesini gerektiriyor. Bireysel tüketimi azaltmak, israfı önlemek, su verimli tarım tekniklerine geçmek, gri su sistemlerini yaygınlaştırmak, yağmur suyu toplama sistemlerini zorunlu hale getirmek, arıtma tesislerini artırmak ve eğitimi yaygınlaştırmak gibi birçok adım atılabilir. En önemlisi ise toplumu bu konuda bilinçlendirmektir.
Susuzluk, sadece “biraz az su” demek değildir. Susuzluk, hayatın kendisinin tehdit altına girmesi demektir. Şimdi bir karar vermemiz gerekiyor: Musluğun başında mı uyanacağız, yoksa o musluktan su akmadığında mı?
Su geleceğimizdir. Ona sahip çıkmak, kendimize sahip çıkmaktır. Bu yazıyı okuduktan sonra musluğunuzu bir kez daha düşünerek kapatın. Belki de geleceğin en büyük yatırımı, şu an damlayan o musluktur.