NEŞİDE ŞAHİN
Antalya ovasına sabahın ilk ışıkları her gün aynı cömertlikle düşer. Fakat bu ışık, yalnızca bir manzarayı aydınlatmaz; Türkiye’nin sebze-meyve ambarını, sofralarımızın görünmez kahramanlarını da ortaya çıkarır. Bu bereket, artık sadece topraktan değil, camın ve plastiğin ardında kurulan küçük ekosistemlerden, yani örtü altı üretimden yükseliyor. Antalya’nın seraları uzaktan bakıldığında şeffaf bir deniz gibi dalgalanır. Kumluca’dan Gazipaşa’ya kadar uzanan o beyaz örtü, bir coğrafyanın yalnız iklimini değil, kaderini de değiştirmiştir. Bugün Türkiye’de seracılık dendiğinde Antalya adının neredeyse bir marka gibi anılması boşuna değildir. Bu başarı yalnızca iklim avantajına değil; toprağı, çiftçisi ve teknolojisi arasındaki kusursuz uyuma dayanır.
Seracılığın büyüsü, aslında dört mevsimi aynı çatı altında toplama arzusunda saklıdır. Antalya bu arzuyu gerçekleştirmek için doğanın sunduğu fırsatları değerlendirmeyi başarmıştır. Ilıman kış ayları, uzun güneşlenme süresi ve yumuşak hava akımları bir çiftçi için altın değerindedir. Ancak güneş ışığı tek başına yetmez. Toprağın altındaki damlama sulama hatlarından seranın tepesindeki havalandırma pencerelerine; otomatik ısıtma sistemlerinden hassas nem ölçerlere kadar her ayrıntı verimliliğin ince ayarını oluşturur. Antalya’daki örtü altı üretimde hızla artan teknoloji kullanımı aslında sessiz bir devrim niteliğindedir. Çiftçi artık sadece toprağı değil, veriyi de işler hâle gelmiştir. Yine de en büyük teknoloji hâlâ insan emeğidir. Seraların içinde gün doğmadan başlayan koşuşturma, iklimi kontrol eden ama hayatın akışını elinden kaçırmayan bir kararlılığın göstergesidir.
Antalya seraları yalnızca iç pazarı değil, Avrupa’nın sabah pazarlarını da beslemektedir. İhracata giden domateslerin, biberlerin, salatalıkların önemli bir bölümü bu topraklarda yetişir. Ancak dış pazarın talepleri, içerideki üretim alışkanlıklarını da dönüştürmektedir. Kalıntı limitlerinden ambalaj standartlarına, lojistikten sertifikasyona kadar üretimin her adımı artık daha profesyonel bir çizgiye oturmuştur. Bu profesyonelleşme zaman zaman çiftçinin omuzlarına yeni yükler bindirse de Antalya’nın Türkiye tarımının dışa açılan yüzü olduğu gerçeğini değiştirmez.
Elbette bu parlak tablonun gölgesiz olması mümkün değildir. Girdi maliyetlerinin özellikle ısıtma, gübre ve işçilik tarafında artması çiftçinin belini bükmektedir. İklim krizinin getirdiği aşırı yağışlar, fırtınalar ve ani sıcaklık değişimleri seralar için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Pazar istikrarsızlığı ise bir yıl kazanılan emeğin ertesi yıl kaybedilmesine yol açabilmektedir. Ancak Antalya’nın seracıları zorluklarla yaşamayı öğrenmiştir. Fırtınadan sonra seralarını yeniden kurmayı, maliyetler artınca yeni teknikler geliştirmeyi, piyasa dalgalansa bile toprağa küsmemeyi bilirler. Çünkü toprağa inanan için vazgeçmek çoğu zaman en son ihtimaldir.
Önümüzdeki yıllarda Antalya’daki örtü altı üretimin daha da farklı bir çehreye bürüneceği şimdiden görülüyor. Akıllı sulama sistemleri, sensörlerle yönetilen dijital iklim kontrolü, yenilenebilir enerjiyle ısıtılan seralar giderek yaygınlaşıyor. Üretim artık “daha çok”tan ziyade “daha iyi ve daha temiz” ilkesi etrafında şekilleniyor. Sürdürülebilirlik yalnız çevre için değil, üreticinin kendi geleceği için de zorunlu bir yol hâline gelmiş durumda. Hem tüketici daha bilinçli, hem rekabet daha sert. Antalya’nın avantajı ise bu dönüşümün öncü bölgesi olmasıdır.
Sonuçta Antalya’nın seraları bir üretim hikâyesinden daha fazlasını anlatır. Bu, insanın doğayla inatlaşmak yerine onun dilini öğrenmeye çalışarak kurduğu bir ortaklığın hikâyesidir. Her bir seradaki yeşil yaprak, ülkenin tarımsal hafızasına düşülmüş küçük bir not gibidir; sessiz ama derin anlamlarla dolu. Antalya, güneşin sıcaklığını sebzeye dönüştüren bir ustalığa sahiptir. Bu ustalık sürdükçe bu topraklardan bereket eksik olmayacaktır.