Dünyanın hızla değişen güç dengeleri ve jeopolitik krizler, savunma sanayisinin stratejik önemini her zamankinden daha fazla gözler önüne seriyor. Böyle bir atmosferde Türkiye’nin savunma sanayisindeki yerli ve milli atılımları, sadece bir zorunluluk değil, aynı zamanda küresel arenada bir güç gösterisidir.
ABD’nin, parasını ödediğimiz F-35 savaş uçaklarını teslim etmeyi reddetmesi, ilk bakışta büyük bir engel gibi görünse de, aslında bu durum Türkiye için bir dönüm noktası olmuştur. Zira, bu krizi bir fırsata çevirerek kendi gökyüzümüzde, kendi teknolojimizle uçma kararı aldık.
Türkiye’nin savunma sanayisinde elde ettiği başarılar artık yalnızca yurt içinde değil, dünya genelinde de konuşuluyor. Milli Muharip Uçak (MMU) projemiz hızla ilerliyor. Yüksek manevra kabiliyeti, modern radar sistemleri ve gelişmiş mühimmat taşıma kapasitesiyle MMU, gökyüzündeki üstünlüğümüzün simgesi olmaya aday. Bu uçaklar, yalnızca savunmamız için değil, aynı zamanda ihracat potansiyeliyle ekonomimize katkı sağlamak için de geliştiriliyor.
F-35 krizinden çok önce başladığımız insansız hava araçları (İHA) ve silahlı insansız hava araçları (SİHA) projelerimiz, bugün küresel ölçekte bir başarı hikayesi haline gelmiştir. Bayraktar TB2 ve Akıncı gibi sistemler, özellikle savaş alanlarındaki etkinlikleriyle adından söz ettiriyor. Artık dünyanın dört bir yanındaki ülkeler Türk yapımı bu sistemleri kullanıyor.
Ukrayna-Rusya savaşında Bayraktar TB2’nin elde ettiği başarılar, SİHA teknolojisinde geldiğimiz noktayı net bir şekilde ortaya koymuştur. Yalnızca savunma amaçlı değil, istihbarat toplama ve sınır güvenliği gibi alanlarda da bu araçlar kritik rol oynamaktadır.
Savunma sanayisindeki bu yerli ve milli üretim süreci, bir ülkenin bağımsızlığını koruma konusundaki kararlılığının bir yansımasıdır. Kendi savaş uçaklarımızı, İHA’larımızı ve SİHA’larımızı üretmek, yalnızca askeri anlamda bir kazanım değil, aynı zamanda ekonomik ve diplomatik gücümüzün de bir göstergesidir.
Eskiden teknoloji ithalatçısı konumundayken, bugün artık teknoloji ihracatçısı bir Türkiye var. Savunma sanayisindeki bu dönüşüm, uluslararası arenada Türk markasının güvenilirliğini ve etkinliğini artırıyor.
F-35 projesindeki engellemeler, bağımlılığın ne kadar büyük bir risk olduğunu bize bir kez daha gösterdi. Türkiye, bağımsız bir savunma sanayisi olmadan tam anlamıyla bağımsız bir ülke olamayacağının farkında. Bu yüzden kendi teknolojimizi geliştirmek, sadece bir tercih değil, bir zorunluluk haline gelmiştir.
Artık Türk yapımı savunma sistemleri sadece kendi ordumuzun değil, başka ülkelerin de tercih ettiği sistemler haline gelmiştir. Bu başarı, Türk mühendislerinin, bilim insanlarının ve savunma sanayisindeki girişimcilerimizin özverili çalışmasının bir sonucudur.
Türkiye, bir yandan kendine yönelik tehditlere karşı caydırıcı gücünü artırırken, diğer yandan savunma sanayisiyle dünya sahnesinde yeni bir güç merkezi olarak yükselmektedir. Gelecek, kendi kanatlarımızla uçtuğumuz bir Türkiye’nindir.